What's new

The Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day I The 100th Year!

Joined
Apr 22, 2013
Messages
4,224
Reaction score
-9
Country
Turkey
Location
Turkey
D66dBEEXkAAWBEE.png



The Turk War of Independance I The Beginning


At the war’s end, the new Istanbul government disbanded Yıldırım Group and recalled Mustafa Kemal Atatürk to the capital.After his arrival to Istanbul in 13 November 1918, Mustafa Kemal Atatürk , For the next six months, worked covertly and discreetly with a clandestine circle of patriots decided to resist partition, all took place under the noses of the Allied occupiers. He was not alone in his efforts at all.

The newspaper Minber (Pulpit), On 16 November, just three days after his arrival in Istanbul, Minber published an interview with Mustafa Kemal Atatürk. The caption under his picture says “Kemal Paşa, one of our army’s greatest commanders.” Minber glorifed Mustafa Kemal Atatürk as “the hero of the great battles of Arıburnu and Anafartalar, the savior of Istanbul from occupation.” , mentioned his exile to Damascus due to “independent thinking.”. Mustafa Kemal Atatürk also mentioned his priorities: the freedom and independence based on “respect and humanity.

In part of the interview, Mustafa Kemal Atatürk mentioned “my deep thoughts.” and talked over the relationship between politics, power, and ideas.

- Policy: “spiritual matters, knowledge, morals, and science”,

- A nation: “virtues”,

- A society: “a society with high morals

- Individuals: “a human being able to take his rightful place in today’s human society,

Mustafa Kemal Atatürk also described a strong army, commander and officer, and said the requirements of civilization, science must be understood and then acted accordingly.

Two days afer the interview, Another article on him in Minber says:

it is right to expect in the future of the fatherland great service from Kemal Paşa.

Mustafa Kemal Atatürk also published Conversation with Officer and Commander in late 1918.

In his home in Şişli/Istanbul during the six months, Mustafa Kemal Atatürk held some meetings with Ali Fethi (Okyar), Ali Fuad (Cebesoy), Rauf (Orbay), Refet (Bele), Kazım Karabekir, and Ismet (nönü) for political activity. Mustafa Kemal Atatürk and participants
set some priorities: end to demobilization; stop giving up weapons and ammunition to the Allies; to appoint young and competent officers in Anatolia; to keep loyal bureaucrats in their positions; and to keep the people’s morale high.

The occupations of the allies' and their local ethnic and religiouscollaborators in Turkey started. The patriot officers in the Ottoman war ministry started to assign some patriotic officers into critical command positions.

Controversially, Mustafa Kemal Atatürk was tagged by the Ottoman war ministry for the Ninth Army Inspector, headquartered in Erzurum, and appointed on 30 April with wide powers, expansive military and civil authority.

''
1974111_d90249b6b50804ac80363c64b8e2536d_640x640.jpg
''1
Allegedly The Assigment order signed by The Sultan Vahideddin on the left at the top, and below Sadrazam Ferid, and Şakir Paşa The War Minister.


The State Archive: The Document that shows the mission and responsibilities of Mustafa Kemal Atatürk as 9th Army Inspector.

The State Archive: The Document that shows the crew in the ship of Bandırma that Mustafa Kemal Atatürk was on for the route to Samsun.

The State Archive: The Telgraph that shows Mustafa Kemal Atatürk arrived Samsun and strated his mission.

The Ninth Army was responsible for vulnerable and sensitive parts of the Black Sea region and eastern Anatolia. To be more spesicif, His area of direct responsibility was Trabzon, Erzurum, Sivas and Van provinces and independent sub-provinces of Erzincan and Canik.
Meantime, Local Ottoman christians appeared to be striving to create a Pontus state along the coast. In the east, the Armenian and Georgian states had designs on territory in eastern Anatolia.

Mustafa Kemal Atatürk set off in a boat for Samsun with loyal and competent staff, who were fifteen officers and two clerks.

Before leaving Samsun was heard the Greek occupation of Izmir sparked the national armed resistance and began in the Western Turkey with the Foundation of Kuvayı Milliye (National Forces).

Sources:
1 https://im.haberturk.com/2018/05/19/1974111_d90249b6b50804ac80363c64b8e2536d_640x640.jpg
 
Last edited:
''

19 Mayıs ruhunu anlamak

Bu topraklarda bu güne kadar atılan hiçbir adım, Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basarken attığı o adım kadar ”kurtarıcı” olmadı. Emperyalizme karşı “tam bağımsızlık”, saraya/sultana karşı “milli egemenlik” mücadelesi o ilk adımla başladı. Sonunda Türk milleti iki kere kurtuldu.

04anafoto.jpg

Samsun'a çıktığı günlerdeki Atatürk
Yaş 38.

Sürekli “yerli ve milli” olmaktan söz edip de büyük bir tutarsızlıkla milli bayramların coşkusunu azaltmak isteyenlere inat, iki gün önce 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nı yine coşkuyla kutladık. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Atatürk, 7 yıldır aralıksız savaşmak zorunda kalmış, varını yoğunu kaybetmiş, dahası elinde kalan toprakları işgal edilmiş yorgun, yoksul bir halkı “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla ayağa kaldırmayı başardı.
Peki, ama Atatürk bunu nasıl başardı?

KORKUNÇ MANZARA
Atatürk, Nutuk'un daha ilk sayfalarında, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarken gördüğü o korkunç manzarayı “Genel Durum ve Görünüş” başlığı altında şöyle anlatıyor:
“Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk genel savaşta yenilmiş, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış, büyük savaşın uzun yılları boyunca millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve ülkeyi genel savaşa sürükleyenler kendi yaşamlarının kaygısına düşerek yurttan kaçmışlar. Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz, korkak; yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Orduların elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İtilaf devletleri, ateşkes antlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar.”
Atatürk
bu satırların devamında İstanbul ve Anadolu'nun pek çok yerinin İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgali altında olduğunu, bundan başka ülkenin dört bucağındaki Hristiyan azınlıkların devletin çökmesi için çalıştıklarını belirtiyor. Böylece öncelikle son derece gerçekçi bir durum tespiti yapıyor.

KURTULUŞ ARAYIŞLARI
Osmanlı Devleti'nin kalan topraklarının her taraftan çepeçevre kuşatıldığı, işgal edildiği, bölünüp parçalanmaya çalışıldığı o günlerde yurtsever zihinler bu büyük felakete bir “kurtuluş yolu” arıyordu. Atatürk, yine Nutuk'ta “kurtuluş yolu” arayan o “yurtsever zihinlerin” çaresizliğini de şöyle anlatıyor:
“Düşman devletler, Osmanlı Devleti'ne ve ülkesine maddi ve manevi bakımdan saldırmışlar, padişah ve halife olan kişi (Vahdettin), hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda… Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar bulundukları çevreye ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar… Ordu, adı var kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar genel savaş boyunca sıkıntı ve güçlüklerle yorgun düşmüş, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumunun kıyısında, kafaları çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta…”
Ancak o zor koşullarda “kurtuluştan”, “bağımsızlıktan” söz edenlere de iyi gözle bakılmıyor. Bu tür insanlar, “çılgın”, “maceracı” olarak görülüyor.
Atatürk, Nutuk'ta, “kurtuluş yolu” arayanların da “padişahsız, halifesiz” bir kurtuluş düşünemediklerini, “kendilerinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu” amaçladıklarını, buna karşı çıkanları ise “dinsiz, vatansız, hain” ilan etmeye hazır olduklarını belirtiyor. Ayrıca, “kurtuluş yolu” arayanların İngiltere, Fransa ve İtalya gibi “büyük devletleri gücendirmemek” ilkesini esas aldıklarını, bu ülkelere karşı mücadele etmeyi “mantıksızlık ve ahlaksızlık” olarak gördüklerini ifade ediyor.

04gazete.jpg

16 Mayıs 1919 tarihli Zaman. Savaşlarda büyük yarararlılıkları olmuş ‘muktedir askerlerimizden' Mustafa Kemal Paşa'nın ‘Şark Kıtaatı Müfettişliği'ne tayin edildiği belirtiliyor.

ATATÜRK'ÜN KURTULUŞ KARARI
Atatürk Nutuk'ta, “Düşünülen Kurtuluş Çareleri Başlığı” altında Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında bulunan üç farklı “kurtuluş çaresini” şöyle sıralıyor:
1- İngiltere korumasını istemek,
2- Amerikan mandasını istemek,
3- Bölgesel kurutuluş çarelerine başvurmak…
Atatürk'e göre bu kararlar “çürük” ve “temelsiz” mantıklara dayanıyordu ve “gerçekçi” değildi. Çünkü kurtarılmaktan söz edilen Osmanlı Devleti, siyasi ömrünü tamamlayıp tamamen çökmüş, parçalanmıştı. “Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.” Emperyalistlerin amacı onu da paylaşmaktan ibaretti. Ortada ne bir devlet, ne bir hükümet, ne bir padişah vardı. Atatürk'ün tabiriyle “Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, anlamını yitirmiş birtakım boş sözlerdi.”
“Ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım”
diyen Atatürk, her üç kurtuluş çaresinin de ülkeyi gerçek kurtuluşa ulaştırmayacağını belirttikten sonra “O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?” diye sorup kendi kararını şöyle açıklıyor:
“Efendiler bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyet-i milliyeye (millet egemenliğine) dayanan bilakaydüşart müstakil (tam bağımsız) yeni bir Türk devleti kurmak.”
“İşte daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur.”

Atatürk'ün bu kararı, her şeyden önce akılcıydı, gerçekçiydi, onurluydu. O, ne yıkılmış bir imparatorluğu, ne o imparatorluğun başındaki kukla sultan/halifeyi kurtarma hayali kuruyor, ne de İngiliz veya Amerikan bayrağı altında onursuzca yaşamayı kabul ediyordu. O, saraya/sultana veya eli kanlı emperyalizme değil, bağrından çıktığı Türk Milleti'ne güveniyordu. Bu güveninin, o günlerde gerçekçi bir temeli de vardı: Anadolu işgal edilmeye başladığında milletin bir kısmı, padişahın/halifenin ağzına bakmadan, işgallere karşı harekete geçmiş, kendi kendine yerel kongreler düzenleyip, direniş mitingleri yapmaya başlamıştı. Böylece yüzyıllar sonra ilk kez millet kendi kaderini kendi eline almaya teşebbüs etmişti. Bunu erken fark eden Atatürk, eğer bu dağınık milli direnişi derleyip toparlayabilirse buradan “milli egemenliği” esas alan “tam bağımsız” bir Türk devleti çıkarabileceğini görmüştü.

PAROLA: YA İSTİKLAL YA ÖLÜM
Atatürk, Türk Milleti'ni çok iyi tanıyordu. Bu milletin esir yaşamaktansa onurluca ölmeyi tercih edeceğini biliyordu.
Nutuk'ta, o günlerde “en sağlam düşünüş ve mantığın” ya istiklal ya ölüm olduğunu şöyle açıklıyor:
“Temel ilke Türk Milleti'nin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez. Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve miskinliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk'ün onuru, kendine güveni, yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. Öyleyse ‘Ya istiklal ya ölüm'. İşte halas-ı hakiki (gerçek kurtuluş) isteyenlerin parolası bu olacaktır.”
Atatürk
daha sonra milli egemenlik için saltanata ve hilafete son verdiğini anlatıyor. Osmanlı saltanatını sürdürmeye çalışmanın Türk Milleti'ne yapılacak en büyük kötülük olduğunu belirterek şöyle diyor: “Artık vatanla, milletle hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin devlet ve millet bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi? Halifeliğin durumuna gelince, bunun ilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?”

İKİ YÖNLÜ KURTULUŞ
Demem o ki, Atatürk'ün, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basmasıyla başlayan kurtuluş hareketi, emperyalizme karşı “tam bağımsızlık”, saraya/sultana karşı “milli egemenlik” mücadelesi olarak formüle edilebilecek iki yönlü bir kurtuluş hareketiydi.
Atatürk, Milli Mücadele sırasında bu iki yönlü kurtuluş hareketini çok dikkatle yürüttü. Nutuk'taki ifadeleriyle, kurtuluş için, “ilkin İtilaf devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da padişah ve halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel koşul olacaktı.” Gerçekten de İtilaf devletlerini doğrudan doğruya karşısına almadı, bir taraftan İtilaf devletlerinin aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlandı, diğer taraftan Sovyet Rusya, Afganistan, Hindistan vb ülkelerle emperyalizm karşıtı bir “mazlum milletler cephesi” kurdu. Emperyalistlerin askeri gücü durumundaki Yunan ordusunu yenmeye odaklandı. Mücadele boyunca strateji gereği saraya/sultana karşı saygılı bir dil kullandı. Padişahın ihanetini bilmesine karşın yeri ve zamanı gelinceye kadar, padişahı/halifeyi karşısına almadı; hatta amacının aynı zamanda padişahı/halifeyi kurtarmak olduğunu söyledi. Cumhuriyete doğru adımlar atarken asla cumhuriyetten söz etmedi. Yine Nutuk'taki ifadeleriyle cumhuriyeti vicdanında “milli bir sır” olarak sakladı.

19 MAYIS’IN ŞİFRELERİ VE VAHDETTİN’İ AKLAMAK
Atatürk, 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya geçip, “sine-i millette bir ferdi mücahit gibi” mücadeleye atılıncaya kadar işgal İstanbul'unda tam 6 ay boyunca (13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919) her kapıyı zorladı: Siyasi partilerle, asker, sivil tüm yurtseverlerle, yakın silah arkadaşlarıyla, sadrazamla, Harbiye, Bahriye, Dâhiliye Nazırlarıyla, eski İttihatçılarla ve padişahla görüştü. Önce mevcut yapı içinde ülkeyi kurtarmak istedi. Milli bir hükümet kurulmasını, hatta bu hükümette genelkurmay başkanı olmayı bile düşündü. Bu yolda çalışmalar yaptı. Fakat bütün bu girişimleri sonunda İstanbul'da kalarak kurtuluşun mümkün olmadığını görünce kendi ifadesiyle “İstanbul surlarının dışına çıkıp” Anadolu'ya geçmeye karar verdi. “İstanbul surlarının dışına çıkmak” padişahtan, sadrazamdan, mevcut siyasi partilerden umudu kesip Anadolu'ya geçmek, doğrudan doğruya halka gitmek, hiçbir ayrım yapmadan herkese ulaşmak ve halkta bir kurtuluş inancı yaratmak demekti.
Önce gizli yollarla Anadolu'ya geçmek için bir plan yaptı. Gebze-Kocaeli yolu üzerinden Anadolu'ya geçecekti. Ancak tam da o günlerde İngilizlerin isteği ile, Anadolu'da düzeni sağlamak için ordu müfettişlikleri kurulduğunu öğrendi. Hükümet, apar topar, Samsun'a gönderecek bir müfettiş ararken Atatürk, asker-sivil nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak 9. Ordu Müfettişliği görevinin kendisine verilmesini sağladı. (Ayrıntılar için benim “Parola Nuh-Atatürk'ün Gizli Kurtuluş Planları” adlı kitabıma bakınız.)
Atatürk'ü Anadolu'ya gönderenlerin (hükümetin ve padişahın) Atatürk'e verdikleri resmi görev, Anadolu'daki direnişleri önlemek, dağıtılmamış orduları dağıtmak, şuralara engel olmak ve halkın elindeki silahları toplamaktı.
Atatürk, 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya geçer geçmez, kendisine verilen görevin tam tersine, kendi kurtuluş planlarını (emperyalizme karşı bağımsızlık, saraya/sultana karşı milli egemenlik) uygulamaya başladı: Mitingler düzenledi, genelgeler yayımladı, kongreler topladı. Milleti harekete geçirdi. Anadolu ve Trakya'daki dağınık direniş hareketlerini derleyip toparlayıp teşkilatlandırdı.
Atatürk'ün Anadolu'daki direniş çalışmaları doğal olarak İngilizleri rahatsız etti. İngilizler Atatürk'ün İstanbul'a geri çağrılmasını istediler. Padişah Vahdettin hemen Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırdı, gelmeyince görevden aldı. Yetmedi! Atatürk'ün emirlerinin dinlenmemesi, telgraflarının çekilmemesi için asker-sivil yetkililere emir verdi. Yetmedi! Atatürk ve silah arkadaşlarının idam kararlarını ve “katli vaciptir” diyen ihanet fetvalarını onayladı. Yetmedi! Atatürk'ün rütbelerini, nişanlarını söktü. Yetmedi! Atatürk'ün ve Kuvayı Milliyecilerin üstüne Hilafet Ordusu (Kuvayı İnzibatiye) gönderdi.
Prof. Dr. Sina Akşin'in ifadesiyle Vahdettin Anadolu'da iç savaş başlattı. Kardeşi kardeşe kırdırdı.

04idam.jpg

Padişah Vahdettin'in Atatürk ve arkadaşları hakkında 11 Mayıs 1920'de verilen gıyabi idam kararını onaylayan iradesi. (24 Mayıs 1920). İdam gerekçesi, ‘Kuvayı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesat.'

HAK SAVAŞÇISI
Atatürk, o yokluk, yoksulluk, perişanlık ve umutsuzluk içinde gücünü “davasının haklılığından” alıyordu. Milli Mücadele'yi “hak ve hakikat mücadelesi” olarak tanımlıyordu. 1919'da Erzurum'da şöyle demişti: “Bu millet hiçbir zaman, bir hain padişahın, bir Rahip Frew'un, bir Sait Molla'nın esiri, eğlencesi olamaz. Cihanı başlarına toplasınlar da gelsinler: İş kalabalıkta değil hak ve hakikattedir. Hak ve hakikat ve millet rehberimizdir. Mutlaka biz muvaffak olacağız.” (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, C. 2, s. 480.)
Yine 1919'da “Herhalde âlemde hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir” demişti.
Milli Mücadele'yi başından sonuna kadar meşru bir hak mücadelesi olarak yürüttü. İşgallere karşı başlayan hak ve hukuk direnişine Müdafaa-i Hukuk adının verilmesi boşuna değildi.
Atatürk, gerçek bir hak savaşçısıydı:
1- Emperyalizme karşı tam bağımsızlık hakkı,
2- Saraya/sultana karşı milli egemenlik hakkı,
3- Cehalete, bağnazlığa karşı uygarlık/çağdaşlık hakkı
için mücadele etti.
Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla aslında bu toprakların en büyük hak ve hukuk mücadelesi başladı.
Yaşasın tam bağımsızlık, yaşasın milli egemenlik; yaşasın 19 Mayıs ruhu…
''
The source: https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/sinan-meydan/19-mayis-ruhunu-anlamak-2419386/

Some article about conditions in 1919.
 
Americans role in the Turkish independance is overlooked they bombed many of our ports and even bombarded samsun alongside the Greeks.

Did Turkish troops ever face the British because all this time Im thinking they were just in Istanbul while the Greeks, French and the Armenians were doing the fighting.

Until I found out the Battle of Derbent where Turkish troops in Mosul fought against the British.

British were basically like snakes in this whole Turkish independance war cowards at best.

All I know is the Italians did not face the Turkish army but they did face resistance from irregular troops until they withdrew the Italians left because they felt betrayed by the Allies as they could not get the land that was promised them to them like Dalmatia, Izmir and Antalya.

Slowly withdrew and gave the Turkish army weapons to fight against the Greeks.

The whole independance war was one big quagmire aka a clusterfck of epic proportions. In the end the empire collapsed but a nation would be born in its ashes literally The Turks never give up despite the odds against them.
 
Last edited:
The document shows the assignment of Sultan Vahidettin and the government of Ferit for the mission of 9th Army Inspection was to collect weapons in the hands of Turks, disband the army and any organisation; not to organise the resistance against the enemy.



The documents show that Asap Mustafa Kemal Atatürk stepped in Samsun and started to organise a resistance against the enemy; the Sultan who assigned him in May called him back in June, relieved of the duty in July and signed the Death Fatva(document) for him (Mustafa Kemal Atatürk) the following year.

 
Vahdettin could not disarm the whole army thank God.

Because even before the disarmament you still had soldiers in the Caucasus and the Middle East.

Vahdettins and Damad Ferid Pasha's disarmament basically worked in Istanbul and parts of Anatolia.

Ottoman Army was not fully demobilised but the Ottoman navy was effectively dismantled hence why in the Turkish independance war the navy was barely used because most of the ships were locked up at Istanbul including the Yavuz Sultan Selim battlecruiser.

You also have lots of officers and soldiers that were dismissed that joined the Independance war.
 
Last edited:
Back
Top Bottom